Zerdüşt otuz yaşındayken yurdunu ve yurdunun gölünü bırakarak dağa çekildi.
Orada on yıl boyunca bıkmadan, usanmadan ruhunu dinledi.
Ama sonunda, gönlünde bir değişiklik duydu.
Bir gün tan kızıllığında kalktı, güneşin karşısına geçti ve ona şöyle seslendi.
"Ey büyük yıldız, aydınltacak bir şeyin olmasa yazgın ne olurdu ?
On yıl var ki buraya, mağarama çıkıyorsun.
Eğer ben, kartalım ve yılanım olmasaydık ışığından ve yolundan bezerdin.
Fakat biz her sabah seni bekledik. Işığının fazlasını aldık. Ve bunun için seni kutsadık.
Bak; ben, fazla bal toplamış arı gibi uzanacak ellere muhtacım.
İnsanlar arasında akıllılar deliliklerine,
fakirler de zenginliklerine bir defa daha sevininceye kadar armağanlarımı paylaştırmak istiyorum.
Bunun için aşağılara inmeliyim. Nasıl ki sen, cömert yıldız, akşamları denizin arkasına iniyor ve
arka dünyaya ışık götüryorsan ben de senin gibi, inmek istediğim insanların aralarına inmeliyim.
Ey, en büyük mutlulupu bile kıskanmadan görebilen tok göz, beni kutsa.
Taşmak isteyen kadehi kutsa ki içinden su, altın gibi aksın ve mutluluğun parıltılarını her tarafa taşısın.
Bak, bu kadeh yine boşalmak, Zerdüşt yine insan olmak istiyor"
Zerdüşt'ün inişi böyle başladı...
"Ne çok şeref ve ne büyük servet isterim.
Bu, zihni karıştırır. Ama iyi bir ün ve küçük bir kasaya sahip olunmayınca da iyi uyunmaz..."