CAN ADINDA BİR FIRTINA-SUNAY AKIN
Can Yücel’in eşi Güler Yücel, kendisiyle yapılan bir söyleşide şu açıklamayı yaptı: “Can ile fırtınada yaşanır gibi yaşanır."
Bu söz bizi alır, 1890 yılının 16 Eylül gününde, Japonların “Ayı Denizi" adını verdiği sularda dev dalgalarla boğuşan bir geminin güvertesine götürür... Dış görünüşü son derece güzel olan geminin içi harap durumdadır. Fırtınaya yakalanan gemide denizciler, ellerinden geleni yapmaya çalışsalar da, kaçınılmaz son çok yakındır. Direği yıkılan, tahtaları birbiri ardına koparak dağılan gemi, bu içler acısı durumuyla, bayrağını taşıdığı ülkenin de geleceğini haber vermektedir!
Ertuğrul adlı gemi, Sultan Abdülhamit’in Japon imparatoruna gönderdiği armağanları ulaştırmak üzere çıktığı sefere, sıcak bir temmuz gününde, bandoyla, top atışıyla uğurlanmıştı İstanbul’dan. Üç direkli, ahşap bir gemi olan Ertuğrul, limandan ayrılırken, bir daha geri dönemeyeceğini bilmeyenler de yok değildi! İlk kez yapılacak olan Uzakdoğu seferine Ertuğrul’un gönderilmesine karşı çıkmıştı pek çok usta denizci. Çünkü bu yaşlı gemi, tam on bir yıldır Haliç’te bir dubaya bağlı durmaktaydı. Ancak dönemin Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa, Ertuğrul’da ısrar ediyordu. Hem de, onca denizcinin yaşamını tehlikeye atma pahasına!
Ekmekçi Sepeti
Ertuğrul’un kaptanı Âli Bey, karısına yazdığı mektupta gemisini bakın neye benzetiyor: “Buraların gemileri acayip, yani denizlerine göre yapılmış. Bizim geminin iki veya üç misli cesametinde olup, bizim mahut ise ekmekçi sepeti gibi her tarafı gıcırdıyor."
Ekmekçi sepeti gıcırdaya gıcırdaya olsa da, varmayı başarır Yokohama limanına. Armağanlar İmparatora sunulduktan sonra geri dönüş hazırlıklarına başlanılır. Japonlar Ertuğrul’un esaslı bir bakım görmeden denize açılmasına karşı çıkarlar ama, “Geri dönün!" emri gelir İstanbul’dan. Kaptan Âli Bey, çaresizlik içinde emri yerine getirmek üzere ayrılır limandan.
Oşima Adası açıklarında, fırtınayla saatlerce boğuşan Ertuğrul’un dayanma gücü giderek yok olur. Yorgun gemi, sürüklendiği kayalıklara çarparak, kemikleri tek tek kırılan bir insan gibi acılar içinde inler. Ertuğrul’un battığı yerden az ileride ışığı görünen Kaşinozaki Feneri’nin kapısını sabaha kadar 69 denizcimiz çalar. Aralarında Kaptan Âli Bey olmak üzere, boğulan 500’ü aşkın denizcimizden çoğunun cesedi bulunamaz.
Şair Eşref’in Kehaneti
Ertuğrul’un batış tarihi tartışmaya açıktır. Bu konuda detaylı bir araştırma yapan yazar Erol Mütercimler, Ertuğrul Faciası’nı konu alan kitabında, 16 Eylül olarak verir batış gününü. 16 Eylül 1890, Kaşinozaki Feneri bekçilerinin, ilk kazazedeyle saat 22.00’de karşılaştıklarını bildirdiği tarihtir.
Güler Yücel’in bir sözünden kalkıp, 110 yıl öncesine gittik. Çünkü, Kaptan Âli Bey’in kızı Neyyire Hanım, Ertuğrul faciasından yıllar sonra doğuracağı çocuğa “Hasan Âli" adını verecektir. Can Yücel’in “Ben hayatta en çok babamı sevdim" diye seslendiği de, Kaptan Âli Bey’in hiç göremediği torunu olan ve Maarif Bakanlığı da yapan Hasan Âli Yücel’dir!
Can Yücel ile yaşamak, elbette fırtınada yaşamaya benzeyecektir. Çünkü o, ne de olsa, fırtınalı havada batan Ertuğrul’un kaptanı Âli Bey’in torununun oğludur!