Anadolu'yu Dinlemek
Acı işgal günlerinde, önemli devlet adamlarının da bulundukları toplantıda herkes, Türkiye’nin düştüğü acıklı duruma bir çare arıyor. Amerikan, İngiliz koruyuculuğundan söz ediliyor. Bir ara Mustafa Kemal Paşa’ya da ne düşündüğünü sordular. ****** şu kısa yanıtı verdi :
“Beyler, hepiniz konuştunuz, isteklerinizi bildirdiniz. Birbirinize de sordunuz, hepinizi dinledik. Ancak Anadolu’ya bir şey sordunuz mu? Anadolu’yu dinlediniz mi? Ona da soralım, bir de onu dinleyelim beyler!”
Arıburnu, s.334
****** Bizden Biridir
Cumhuriyetin on ikinci yıl dönümü için bir sıra uranlar (pankartlar) hazırlanmıştı. Bunlar içinde şöyleleri de vardı :
"****** bizim en büyüğümüzdür."
"****** bu ulusun en yücesidir."
"Türk ulusu yüzyıllardır bağrından bir Mustafa Kemal çıkardı."
Yazılanları özenle gözden geçirdi. Bunlarla bunlara benzeyenleri çizip tümünün yerine şunu yazdı : "****** bizden birisidir."
(Niyazi Ahmet Banoğlu)
******'e Hakaretten Sanık Köylü
******'e hakaretten sanık bir köylüye ilişkin kovuşturma yapılıyordu. Durumu ******'e söylediler. "Mahkemeye veriyoruz." dediler. "Size sövmüş." ****** sordu : "Ben ne yapmışım ki ona?” Kovuşturma belgelerini inceleyenler açıkladılar :
- Gazete kağıdıyla sardığı sigarayı yakarken kağıt tutuşmuş da ondan." ****** : "Siz hiç gazete kağıdıyla sigara içtiniz mi?"
- Hayır.
- Ben Trablus'tayken içmiştim, bilirim. Pek kötü şey. Köylü bana az sövmüş. Siz bunun için onu mahkemeye vereceğinize, ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız!
****** ile Adalet
****** bir Balıkesir gezisinde kendisine Ulusal Mücadele’de yakın hizmetler etmiş bir kimsenin başvurusuyla karşılaştı. Bir konuda haksız olarak mahkum olduğunu söyleyerek yakındı. ******, "Haklısın, konuyu ben de biliyorum." dedikten sonra eşliğinde (refaketinde) bulunan genç bir adliye denetmenini (müfettişini) çağırdı. Konuyu anlattıktan sonra kararın düzeltilmesini istedi. Denetmen anlatılanı dinledikten sonra “Efendimiz, karar bütün adli sıralardan geçtikten sonra olgunlaşmış. Hükmün uygulanmasından başka yapılacak yasal yol yoktur.” dedi. Bunun üzerine ****** "Ancak ben söylüyorum, bu iş haksızdır. Çünkü ben işin içini biliyorum.” dedi.
Genç adliye denetmeni diretti : “Efendimizin bu bildirimi yasa bakımından bir değişiklik yapamaz. Adalet Bakanı’nın da bir şey yapmasına olanak yoktur.”
Ortada soğuk bir hava esti. Şimdi bir fırtına kopacağına sanılıyordu. Ancak ****** sakince sordu : “Peki, bir adli yanılgı olursa yasa bunun düzeltilmesini öngörmez mi?” Bu soruya denetmen, “Yeni delille mahkemenin yinelenmesi istenebilir.” diye karşılık verince ******, başvuran kişiye dönerek “Beni tanık olarak göster. ‘Onda yeni deliller olduğunu haber aldım.’ diye öne sür. Ben mahkemeye gidip tanıklık ederim.”
Sonra ****** adliye denetmenine teşekkür etti. Kendisine başvuran kişiye de “Niçin bana zamanında başvurmadın? Zamanında gelir tanıklık ederdim. Boş yere mahkemeleri de uğraştırmazdın. Bütün yurttaşlar, üstelik Cumhurbaşkanı dahi olsa yargıya saygı göstermekle sorumludur.” dedi.
(Münir Hayri Egeli)
****** ile Annesi
Bu ana, oğlu daha beşik çocuğuyken, O’na yurt ve ulus sevgisini aşılayan ninnilerden başlayarak O’nu her çağında aynı anlayışla büyütmüş; köyde, kentte öğrenime göndermiş; oğluna bilgi ve bilim aşılamıştı. Yetişen, konumunu bulan kurtarıcı oğlunu o, Mustafa Kemal yapmıştı.
Anasını ziyaretlerinin her birinde ******, anasının kutlu (mübarek) elini büyük bir saygıyla öperdi. Sonra anasının karşısında o büyük adam küçülür, Mustafa, hatta Mustafacık olurdu.
Çankaya’da bu ana-oğul görüşmelerinin birinde tanık olduğum bir durumu, değeri sınırsız olan bayan Zübeyde’nin etkin zekasının bir örneği olarak sunacağım.
******, anasının elini öptü. Bayan Zübeyde, oğluna elini uzatırken coşkun sevgisinin gözlerinde toplanan bütün ifadesiyle ******’ü bağrına basmak istiyordu. O’nu kucakladıktan sonra, aziz Türk ulusuna eşsiz bir kurtarıcı kahraman veren ana olmak dolayısıyla gururlanmalıydı. Ancak öyle olmadı. Mutluluğu gülen ve şirin yüzünden okunan o büyük Türk anası, kolları arasında uzaklaşan ciğerparesinin eline sarıldı. ****** "Ne yapıyorsun anne?" dedi. Elini çekmek istedi.
Bayan Zübeyde, sakince ve kesin bir ciddiyetle "Ben senin yasak-kelimeyasak-kelimeyasak-kelimeyasak-kelimeyasak-kelimem. Sen benim elimi öpmekle bana karşı olan görevini yapıyorsun ancak sen de yurdu ve ulusu kurtaran bir devlet başkanısın. Ben de bu aziz ulusun bir bireyiyim, uyruğuyum. Elini öpebilirim." yanıtını verdi.
Bayan Zübeyde, bu hareketiyle, oğlunun elini öpmekten çok oğlunun konumunun en büyük saygıya değer olduğunu çevresindekilere işaret ediyordu. Büyük Türk anası, sayın bayan Zübeyde’yi ne zaman anımsasam gözlerim yaşarır. O’nun buna benzer anıları önünde derin saygı duyarım.
(Cevat Abbas Gürer)
****** ile Erler
******, gençlerle de yakından ilgilenirdi. Özellikle askeri okulların öğrencileri en çok ilgilendiği kişilerdendi. 1929 yılının bir sonbaharı trenle İstanbul'dan Ankara'ya dönüyordu. Özel tren, Hereke istasyonunda kısa bir süreliğine durmuştu. Birden Ata'nın gözü istasyon alanında silah çatmış dinlenen erlere ilişti. Bunları bir el imiyle (işaretiyle) yanına çağırdı. Erler koşuştular, renin bir adım yakınında çakılıp kaldılar. Gözleri Ata’larındaydı. Bir buyruk bekliyor gibiydiler. ******’ün “Siz kimsiniz, ne yapıyorsunuz burada?” sorusuna “Harbiye stajyeriyiz Paşam, manevraya gidiyoruz.” yanıtı geldi.
Bu kısa duraklamadan yararlanarak size kimi şeyler söylemek isterim!” diyen ******, bir an gözlerini onların üzerlerinde gezdirerek sözlerini şöyle sürdürdü : “Madem ki subay olacaksınız, mesleğinizin size yüklediği sorumluluğu algılamış olarak çalışın. Kendinizi geleceğe ona göre hazırlayın. Türk tarihini incelerseniz göreceksiniz ki bu ulus ne zaman yükseldiyse Türk subaylarının omuzlarında yükselmiş; ne zaman düşmüşse subaylarının çizmeleri altına düşmüştür.
Harp Okulu öğrencileri Ata'nın bu öğüdünü büyük bir özenle ve "Hazır ol" durumunda dinlediler. ******'ün gözleri dalmıştı. Ağır düşüncelerden sıyrılır gibi bir davranışla "Sizin bir marşınız var, onu bana söyleyin." dedi. Marş bitince geri döndü ve arkasında bekleyenlere bir şeyler söyledi. Koşuşmalar oldu. ****** yine pencereden dışarıya uzandığı zaman elinde büyükçe bir paket vardı. Tren ağır ağır ilerlemeye başlamışken ****** gençlere şöyle diyordu :
"Size bir şeyler ikram etmek isterim. Kusura bakmayın, yolculuk durumu başka bir şeyim yok. Belki tümünüz sigara içmiyorsunuz, belki bir kısmınız içiyor, bir kısmınız içmiyor. Ancak bu sigara benim sigaramdır. Bundan tümünüz içeceksiniz. Sayıları az olduğu için de tabirimi mazur görün, onları soluk soluk içmenizi isterim."
Genç subay adayları hep bir ağızdan "Sağol Paşam!" diye haykırarak Ata'nın attığı paketi tuttular. Tren uzaklaştıktan sonra uzun uzun Ata'nın ardından bakan bizler, ne demek istediğini çözmeye çalışırken bir karışıklık oldu ve sigaralar kapışıldı. Bunlardan üçü G. M. K. (Gazi Mustafa Kemal) markalı sigara, bana bu anıyı aktaran Emekli Albay Fuat Uluç'un en değerli anısı olarak söylenmektedir.
(Sait Arif Terzioğlu, İnsancıl ******)
****** ile İnönü
İnönü, Başbakanlık görevinden ayrıldıktan sonra bir akşam ******'ün sofrasında bulunur. ******, onu sofrada kendi yanına oturtur. İsmet İnönü bir kağıt parçası üzerine şöyle bir soru yazar : "Bana daha dargın mısınız?" Kağıdı ******'e uzatır. ****** yazıyla yanıtlar : "Niçin dargın olayım?" İnönü : "Altına imzanızı atar mısınız?" der. ****** imzasını atar ve İnönü'ye uzatır. İnönü : "Saklayabilir miyim?" diye sorunca ****** "Nasıl istersen." Yanıtını verir. Az sonra İnönü cebinden ikinci bir kağıt parçası çıkarır ve yine sorar : "Beni yetiştirdiğinize pişman mısınız?" yazıp ******'e uzatır. ****** okuduktan sonra İsmet İnönü'ye döner : "Sen de bunu imzala." İnönü imzalar. ****** kağıdı cebine koyar.
(İsmet Bozdağ)
******'ün Anlatımıyla Türk Köylüsü
“Bir gün Akşehir dolayında bir köye gittim. Çok yağmur yağıyordu ve soğuk vardı. Kendimi belli etmeyerek bir evin önünde duran kadına : ‘Bacı yağmur var, soğuk var. Beni çatın altına kabul eder misin dedim? Hiç duraksamayarak ‘Buyurun’ deyip beni bir odaya aldı. Odada ateş olmadığı, yeni bir ateşin yakılması da uzun zamana bağlı olduğu için ‘İsterseniz bizim odaya gidelim. Orada hazır ateş var.’ dedi. Gittik. Ardından komşulardan birkaç kadın ve birkaç erkek geldi. Birlikte konuşmaya başladık. Konuşurken bana en önemli soruları soranlar kadınlar oldu. Ordunun durumunu, düşmanın ne yaptığını, en önemli düşmanın hangisi olduğunu sordular. Bunları sorarken de hiçbir telaşa gerek görmeyip özgürce konuştular. Ancak biraz sonra, benim kim olduğumu anlayınca telaş gösterdiler ve söyledikleri, sordukları şeylerden kendilerine bir zarar geleceğini sanarak korktular! Çünkü şimdiye dek resmi bir adamla açıkça konuşmayı büyük bir suç saymışlardı.”
(Niyazi Ahmet Banoğlu)
******'ün Baba Kavramına Saygısı
Paşa, Diyarbakır’da komutandı. Ben de buyruk subayıydım. Babam, Paşa’nın içtiğini duymuştu. İzinden dönerken bana “Bir damla bile içersen hakkımı helal etmem.” dedi. Döndüm. Karargaha vardığım akşam Mustafa Kemal Paşa yakın subaylarıyla sofrada oturmuş içiyordu. Bana da bir kadeh koydular. Ben içer gibi yapıp zaman geçiriyordum. Başyaveri olan Cevat Abbas, usulca Paşa’ya eğildi. “Paşam, Nesip içmiyor, atlatıyor.” dedi. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa bana dönerek kadehini kaldırdı. “Nesip şerefine!” dedi. Ben kıpkırmızı olmuştum. Paşa sordu:
- Ne o bir mazeretin mi var?
- “Paşam!” dedim. Sizin için canımı veririm. Yalnız buraya gelmeden babam bana içki içmemem için yemin ettirdi de duraksamam odur.
Mustafa Kemal Paşa bunu duyunca “Bırak kadehi öyleyse.” dedi. “Babanın buyruğu, benim buyruğumdan üstündür. Seni takdir ettim. Babasına yararı olmayanın kimseye yararı olmaz.”
(Mehmet Nesip Himalay)
******'ün Eşitlik Anlayışı
****** bir gün Dolmabahçe’den gizlice çıkıp Topkapı Sarayı Müzesi’ne gelir. Müzeyi gezmek ister. Kendisini kapıcıya tanıtır ancak kapıcı “Daha saat 9 olmadı. Memurlar da gelmedi. ****** değil kim olursan ol, bekleyeceksin.” der.
Hiç kuşku yok ki kapıcı ******’ü tanımamış ve birden çok bu sözlerle karşılaştığından gelenin ****** olabileceğine inanmamıştır. Ancak önemli olan ******’ün kapıcının sert yanıtı karşısında ısrar etmeyerek bir yana çekilip saatin 9 olmasını ve memurların gelmesini beklemesidir.
(Yazılmayan Yönleriyle ******, S. Arif Terzioğlu s. 4)
******'ün İnönü'ye Verdiği Öğüt
İnönü İtalya'ya resmi bir ziyaret yapacağı zaman ****** "Sen Türkiye'nin Başbakanısın. Mussolini de resmen İtalya'nın Başbakanıdır. Arada hiçbir ayrım tanımayacaksınız." demişti. Yoldaydık. İlk verilen izlencede (programda) Mussolini istasyona gelmiyordu. İnönü Roma'da yerleşince karşılıklı ziyaretler yapılacaktı. Türk kurulu izlence değişmezse yarı yoldan ülkeye dönüleceğini İtalyan protokolcülerine bildirdi. Trende bir telaştır gitti. Roma'ya vardığımızda İtalya Başbakanı Mussolini, sırtında jaketayı, başında silindir şapkasıyla Türkiye Başbakanını bekliyordu